Dün akşam işten eve geldiğimde elektrikler kesik, sular akmıyordu.
Eve geldiğimde hava aydınlıktı daha. Bilgisayarımın 1 saatlik şarjı vardı. Telefonumun ise birkaç saatlik. Modemimi açamadığım için internet bağlantım yoktu. Neyse ki analog ev telefonum vardı. Günümüzde elektriğe/pile ihtiyaç duymadan çalışan nadide iletişim araçlarından emektar telefon. Küçüktüm, elektrikler kesikti, ailecek mum ışığında otururken telefonun çaldığını hatırlıyorum. Garipsemiştim, ceyranlar yokken telefon da çalışmaz mıydı? O güzel geceyi anımsadım.
Hava kararmamışken hala MBA bitirme projem üzerinde çalıştım biraz. Sonra bilgisayarımın ışıkları söndü usulca, çok akıllı telefonumun şarjı bitti ve aklını yitirdi. Hava da kararmaya başladı ağır ağır.
Bu gece de öncekiler gibi olsaydı,standart bir gece olsaydı yani, bu saatlerde bilgisayar ekranına iki büklüm abanmış sanal gecelere akıyor olacaktım. Haber sitelerine göz atacak, twitter’ın ritmini yakalamaya çalışacaktım. E-postalar hızlıca okunacak, gerekenler cevaplanacak, RSS beslemelerinde ilgi çekici yazılar varsa hızlıca okunacaktı. Bloğuma kaç kişi, hangi yolla girmiş izi sürülecekti. Bir yandan da online müzik sitelerinden birindeki şarkı listem çalacaktı arka planda. Günümdeysem çalışacaktım birkaç saat.
Peki şimdi ne yapıyorum ? Dışarıya bakan camın kenarında karanlıkta oturuyorum. Sessiz, huzur dolu, camdan dışarı bakıyorum. Ekranın karşısında iki büklüm değil,ne zamandır oturmadığım sallanan koltuğumda arkaya yaslanmış usul usul sallanıyorum. Elimde defterim, yazmaya yazmaya iyice körelmiş el yazımla mum ışığında bu satırları karalıyorum. Çılgınca veri akışı yok. Gündemle senkronize değilim. En son teknoloji haberlerinden bihaberim. E-postalar aksiyon bekliyor, bense camdan dışarı bakıyorum, gökyüzüne doğru, sadece bakıyorum, çözünürlük güzel. Mouse tutmayan elim kalem tutuyor. Ne zamandır yıldız görmediğimi farkediyorum, duvar kağıdımdakileri saymazsam.
Dün akşam işten eve geldiğimde elektrikler kesik, sular akmıyordu. Ve ben sadece suyun yokluğuna üzüldüm.